19-21 Ekim 2018, Dupnisa, Kırklareli
Geziye Katılanlar: Erdi Şencan, Seyyidi Kerim Parlak, Gamze Baydemir, Anıl Alyanak, Recep Can Altınbağ, Türker Türkyılmaz, Sedat Delen, Halil Habip Atıcı, Bülent Efe Temür, Tuğçe Nur İlbaş, Beliz Aydın, İrem Kapucuoğlu, Cihanşah Akif Yıldıray, Anıl Özrenk, Gökhan Bayraktar, Özlem Kaya, Hasan Kahraman, Saleh Msaddi, Mahmut Ebrar Açık, Tuna Sern, Umut Akbaş, Buket Gözüm, Hazar Arıkpınar, Aleyna Cingöz, Ezgi Özgen, Ece Gökmen, Nurettin Ahmet Vural, Mücahit Hüseyin Özdilekler, Irmak Çırakoğlu, Enes Avukat, Gökhan Kumtaş, Melih Can İnce, Ayşenur Önder, Gülin Güner, Mustafa Ök, Berkay Önay, Mehmet Şerif Arslan, Emre Durmaz, Ömer Faruk Topal, Mehmet Mert Doğu, Resul Tugay, Uğur Özkan
19 Ekim akşamı yola çıkılacaktı. Okuldan yola çıkmak üzere hazırlıkların çoğu yapılmış; malzemeler taşınmış, tulum ve çadırlar ayarlanmıştı. ‘Mış’ diyorum çünkü gez yazarınız olarak ben bunlar olurken orada değildim.
En geç 20.00’da orada olun denmişti ama ben 20.20’de ancak oradaydım, üstelik sonra da gmail grubundan “Erken gelin yapılacak işler olur” denmiş (Yazıyı okuyanlara duyurulur: “Erken gelin!”). Zaten o akşamdan, muhtemelen, çoğunuz ben ‘Geç kalan’ olarak duymuştur. Neyse ki ‘geç gelenler’ olarak uyku tulumu ve başımızı sokacak çadır bulduk çok şükür. Hazırlıklar sorunsuz bir şekilde tamamlandıktan sonra otobüse eşyaları yükleyip yola koyulduk. Bu yol birkaç saat sonra bitmek bilmeyen bir yola dönüşecekti, çıktık.
Bitmek bilmeyen dedim çünkü mağaranın Bulgaristan sınırında olduğunu ne ben ne de çevremdeki yeni üyeler biliyordu. Kimse de merak etmemiş nereye gidiyoruz diye ya da ben hiç merak etmedim kimler merak edip bakmış diye. Hatta, kulağıma çalınan kadarıyla: “Mağaranın öbür ucu Bulgaristan’a çıkıyormuş, giriş çıkışlarda polis devriyeler bile varmış.”. Gece geç vaktite karanlığın ortasına varmıştık ve geceyi geçirmek için hazırlıklara hemen başlamıştık. Kamp alanı ise çokça tezek ihtiva ediyordu ki çadır yeri için insanlar bir nevi ‘mayın tarlası’ oynadı. Sonunda biz de münasip bir yer bulduk ve yerleştik. Hava soğuk gibiydi ki zaten önceden soğukla ilgili biraz korkutulmuştuk. Neyse ki , tulumum yırtık olmasına rağmen, hiç de üşümedim… Gerçi soğuktan uyuyamayanların, dönünce hasta olanların da haberlerini aldım sonradan. Hepsine geçmiş olsun. İyi dileklerden bahsetmişken, bizi çadırına alan herkese de teşekkürler.
İlk akşam çoğunluk zaten erken yatmıştı. Biz yatmayanlara da çadırdan “Sessiz olun ilk ekip uyumaya çalışıyo!” uyarısı geldi ve ses çıkarmamamız gerektiğini ancak o zaman anladık. Sabah ilk ekiple kalktım ama ateş çoktan yakılmıştı. Diğer ekiplerin gittiği sırada, artık duymayacağımı umduğum ‘pamuklu iç çamaşırı’ diyaloglarına çokça şahitlik ettim. Gerçi bunlara rağmen pamuklu le giren olmuş…
Bunu da buraya yazıp ölümsüzleştirelim. Sıra bizim ekibe geldiğinde yedek pilim yoktu ve onu da -karlı bir anlaşmayla- Uğur’dan tedarik ettim, ticari zeka böyle bir şey olsa gerek. Karışıklıktan ötürü mağara tulumunu iki kere değiştirmem bir yana bir de kendinden lambalı kask kalmamış ki aldığım piller de bir işe yaramadı… Başlangıcı böyle olsa da mağara baştan çıkarıcıydı. Gamze’nin önderilğinde mağaraya girdik, turistik patikadan saptık ve bir sürü inanılmaz şey gördük.
Terimler de Gamze açıkladı tabi. Oluşumlar için ekstra özen gösterdik. Bir de yarasalar vardı tabi, birçok kişi gibi ben de ilk kez gördüm. Asılı küçük torbacıklar gibi duranların yanı sıra suratımızın dibinden uçanlar da vardı. Mağaranın sonuna geldiğimzde yemek yedik (Tabi burada da yere dökmemek için azami çaba sarf ettik.) ve ışıkları kapattık. Karadelik misali, mağara tüm ışıkları öldürmüştü sanki. “Giderken aslında şarkı söyleriz ama bu mağarada çok yarasa var, yarasaların olduğu yerlerde söylemeyelim.” demiştik ve ses yapmamaya dikkat ettik. Dönerken de yarasalı bölgeden çıkınca, kendimizi Kış Güneşi’nin sözlerin hatırlamaya çalışırken bulduk. Mağaranın giriş ve çıkışı aynı olmaz lafı gerçekten doğruymuş, bunu anladım. Son olarak, mağaranın çıkışında bir sürü çöp vardı ve biz de bunları topladık.
Akşam, ateş başında kimsenin birbirini tanımıyor olmasının dezavantajını biraz olsun hissettik. Daha çok tanışma faslı ile geçti. Oyunları anlamakta da zorluk çektik (Benim her birini anlamam asırlar sürdü). Çiğdem-çekirdek polemiği bütün akşamın konusu oldu. Şarkı bulma oyunu ve tahinli puding olayı tatlıya bağladı. Ne güzel ki, ilk gün tüm ekipler bitmişti ve erken dönebilecektik AMA otobüs yolda kaldı ve evdeki hesap çarşıya uymadı. Herkes erken dönüyoruz diye umutlanmıştı ama 12.00’de yola çıkmamıza rağmen tekrar yola koyulmamız 22.30’u buldu. Hoş zaten 2 kere de yolda kalmıştı otobüs (Burada da inip böğürtlen kemirmeye çalıştık.) ama sonuncusundan sonra kalkamadı. Ertesi gün sınavı olanlar vardı, onlara yazık oldu… Otobüs meselesinin uzayacağı belli olduğunda tekrar oyalanacak bir şeyler bulmak farz oldu. Önce yolda bulunan örümceği sopaya sarıp örümcek ağı döner yaptılar, sonra da onu kırkayakla dövüştürmeye çalıştık. Buraya yazıyorum ama böcek dövüştürmek suç değildir herhalde… Kırkayak kaçtı tabi, yer m karşısına çıkmaya? Sopada on tur çevirdiler de bir şey olmadı. Gruplar ikiye ayrıldı; biz yolun kenarından akan derenin yanına tekrar kamp kurduk, odun topladık. Toplamasak olmazdı zaten, otobüsçü abi yolda kalmamızın daha ilk dakikalarında “Bi çay koyun bari.” dedi. Diğer grup da, yolun öbür tarafında keşif gezisine gitti. Onlardan ıslanan da oldu; Hasan eşyalarını kurutmaya çalışırken hem çorabını hem de ayakkabı tabanını yaktı… Karanlık çöktü, ateş başı hikayeler bile anlatıldı, kulübün klişesiymiş. Anıl, Vedat Abi anısıyla akşamı taçlandırdı. O ertesi gün sınavı olan arkadaşlar bana sövmesin ama o akşam, herkesin orada olmasıyla, aynı kaşıktan yenen bulgur pilavıyla, ateşte biber/marshmallow ziyafeti ile, közde patatesle (Bu benim fikrimdi.) çok güzeldi. Talihsizliğe rağmen ilk akşamdan bile daha güzeldi diyebilirim. İlk gün “5 kilo tahinin kampta ne işi var?” dediğim o tahin bile yendi o akşam. Yoğun talep üzerine son olarak yaşanmış bir diyaloğu da ekliyorum:
- Enes: Peynirli börek isteyen var mı? Bende var.
- Yok sağol kardeşim, sen ye.
- Enes: Yok peynrli güzel değil, bunu kıymalı diye aldım. En son kıymalı yedim, ağzımda onun tadı kalsın.
- agsfdfsfscafsa
İTÜMAK ailesiyle tanıştığım için çok memnunum.Yazıyı yazmamda ilham veren, önceki gezilerin yazarlarına teşekkür ederim. Umarım ilk gez yazım olduğu çok belli olmamıştır. Zaten bu gezi de bu kadarlık bir yazıya sığdırılamazdı ama el mahkum… Umarım başka mağaralarda tekrar çalışırız. Vaktini ayırıp okuyan herkese teşekkürler.
Gezi vdeosuna buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Kanalımıza abone olmayı unutmayınız.
Ekipler:
20 Ekim Cumartesi
- Erdi, Özlem, Saleh, Mahmut, Ayşenur, Ömer (7.15 – 10.45)
- Türker, Anıl Ö., Buket, Mustafa, Gökhan, Berkay (8.15 – 11.25)
- Gamze, İrem, Tuna, Hazar, Melih, Mücahit (10.20 – 13.15)
- Anıl A., Sedat, Ece, Umut, Mehmet Ş. (11.05 – 14.20)
- Recep, Beliz, Hasan, Ezgi, Enes, Mehmet M. (11.50 – 15.20)
- Kerim, Uğur, Halil, Gülin, Aleyna, Emre (14.00 – 17.40)
- Bülent, Tuğçe, Cihanşah, Irmak, Nurettin, Resul (15.00 – 18.35)
- Kuru Mağara: Kerim, Anıl A., İrem, Bülent, Recep (16.00 – 19.30)
Yazının Yaratıcısı: 19-21 Ekm İTÜMAK Dupnisa gezisi katılımcıları
Yazan: Hazar Arıkpınar
Düzenleme: Buket Gözüm, Recep Can Altınbağ